Ortak Yaşam Alanları ve Etkin Kaynak Kullanımı Konusunda Farkındalık Yaratarak Mültecilere Davranış ve Yaşam Becerileri Kazandıran Eğitim Modülü
MODÜL (II) İÇERİK BİLGİSİ/ BAŞLIKLAR
- TOPLUMSAL YAŞAMDA KENTLEŞME VE KURUM KÜLTÜRÜ
1.Tarihsel Süreçte Toplumsal Yaşam ve Kentlerin Doğuşu
2.Göç ve Kentleşme
3.Göçün Nedenlerine Bağlı Olarak Kentlerin Karşılaştığı Sorunlar
4.Kent ve Kentli Kavramı
5.Kent Kültürü ve Kentin Sürdürülebilirliği
6.Kentin Sürdürülebilirliğine Kentlilerin Katkısı
7.Kentte Nasıl Yaşanmalıdır? Kentlilik Bilinci Nedir?
8.Kentte Ortak Sosyal ve Alt Yapı Alanları ve Ortak Doğal Kaynaklar
9.Kurum Kültürü
10.Kent Yaşamında Ortak Sosyal ve Alt Yapı Hizmetleri veren Kurumlar
- KENT YAŞAMINDA DOĞAL KAYNAKLARIN, ORTAK ALANLARIN KULLANILMASI VE KORUNMASI BİLİNCİ
1.Günümüz ve Geleceğin Dünyasında İnsanlık ve Sürdürülebilir Yaşam
2.Çevrenin Tanımı
3.Çevre Duyarlılığı ve Çevreyi Korumak
4.Çevre Kirliliği Kavramı
5.Çevre Kirliliğinin Nedenleri ve Sonuçları
6.Çevre Kirliliğini Önlemede Kentlilerin Rolleri (Dünya vatandaşı olarak hayata geçirebileceğimiz değerler
- ÖLÇME DEĞERLENDİRME
3.1- A) Beklentiler Çalışması
3.1- B) Geri Bildirimler
3.1- C) Memnuniyet Anketi
3.1- D) Öneriler
- TOPLUMSAL YAŞAMDA KENTLEŞME VE KURUM KÜLTÜRÜ
Modülün Amacı
Kentlerin korunmasında kentte yaşayan bireylerin yaşadıkları kent ile kendilerini bağdaştırmaları ve bağ kurmaları yani kendilerini o mekana ait hissetmeleri gerekmektedir. Kentte yaşayan birey kendini kente ait hissetmelidir. Bireyin kendini yaşadığı yere ait hissetmesi yaşama süresi ile doğrudan orantılıdır. Ancak bazı durumlarda bu aidiyet duygusunun oluşması gecikmekte veya hiç gerçekleşememektedir. Bu durumlardan en önemlisi de göç etmek ve bireyin göç ettiği yere kendini ait hissedememesidir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklardan dolayı yaşanan çatışma ortamından ve insan hakları ihlallerinden kaçan insanlar öncelikle yaşamlarını güvenceye almak sonrasında göreceli olarak daha iyi bir hayat sürdürebileceği gelişmiş ülkelerde sığınmacı ve mülteci olmak istemektedirler. Hedef ülke konumunda bulunan gelişmiş ülkeler, özellikle AB ülkeleri, mülteci ve sığınmacıların AB ülkeleri sınırları dışında kalan ülkelerde barınmalarını temin etme çabasındadır. Göç yolları üzerinde bulunan Türkiye’de AB tarafından tampon bölge olarak görülmektedir. Bu nedenle artan nüfusun gıda ve istihdam ihtiyacı büyümekte, bu da daha çok tarıma ve sanayiye ihtiyacı doğurmaktadır. Artan tarım, endüstri ve kentleşme ise beraberinde doğal kaynakların israfı ve çevre kirliliğine neden olmaktadır. Durum bu haldeyken çok sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülkelerde su kaynakları yetersiz kalmış ve planlanan birçok projede büyük değişikliğe gidilmesine neden olmuş alt yapı projelerinin planlanandan daha erken yıllara alınmasını zorunlu hale getirmiştir. Artan su tüketiminin ve kirliliğinin olumsuz etkisi atık su debisini de artırarak şehirlerin atık su projelerinin de erkene alınmasına ve dolayısıyla bu projelerin yapılması adına hizmet veren kurumları da kaynak arayışlarına sürüklemiştir. Sığınmacı/mültecilerin yoğun yaşadığı mahallelerde park ve mesire alanlarında verilen hizmetlerde aksamalara, çevre kirliliğine ve eşit hizmetin sağlanamamasına sebep olmaktadır. Bu durum kaliteli hizmet için yoğun mesai ile çalışılmasını gerektirmektedir. Ortak alan kullanılması ve korunmasında bilincin artırılması, farkındalık oluşturulması son derecede ivedilik gerektiren bir konudur. Gezegenimizin ülkeleri ve halkları giderek iç içe geçiyor. Kaderlerimiz ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır. Şu anda en önemli ihtiyaç, koruma duvarları dikmek değil, küresel bağlantı gerçeğine yanıt vermek ve herkes için sürdürülebilir bir dünya topluluğu inşa etmektir. Bu, küresel vatandaşların misyonu ve neden küresel vatandaşlığı inşa etmemiz gerektiğidir.
Bu modül 2019-1 TR01-KA204-073853 Supporting and Enhancing Common Humanistic Values and Basic Sufficiencies to Refugees on the way of Becoming Global Citizen (Dünya Vatandaşı Olma Yolunda Mültecilerin Ortak İnsani Değerler Konusunda Temel Yeterliliklerini Destekleme ve Geliştirme) Projesi kapsamında yetişkin bireylerde toplumsal yaşamda ortak değerler etrafında birlikte yaşama ve kurum kültürü oluşturma amacıyla hazırlanmıştır.
- Tarihsel Süreçte Toplumsal Yaşam ve Kentlerin Doğuşu
İnsanlığın başlangıç noktası olarak kabul edilen Paleolitik Dönemde, İnsan toplulukları avcılık ve toplayıcılık yaparak yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Doğa koşulları ve vahşi hayvanlardan korunmak için küçük topluluklar halinde mağaralar veya kaya kovukları barınak olarak kullanılmaktaydı. Bu nedenle ilk dönemlerden itibaren insanların bir arada yaşama ihtiyaçlarının bir sonucu olarak yerleşim alanlarının ortaya çıkmasıyla birlikte bugünkü kent yaşamının temelleri atılmıştır. Mezolitik Dönemde göçebe hayattan yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte köy tarzında barınma ve korunma gibi ortak amaçlara hizmet eden kalıcı barınma yerleri yapılmaya başlanmıştır. Neolitik Dönemde ise bu barınakların daha fazla ihtiyacı karşılaması isteği doğrultusunda insan topluluklarının su kenarlarını ve tarıma elverişli toprakları tercih etmeye başladığı görülmektedir. Dolayısıyla bu dönemde ilk yerleşim yerleri kurulmuş ve su kenarlarına inen insanlar toprağı işlemeye başlamıştır. Bu hareketler nüfusun daha geniş alanlara yayılmasına neden olmuştur. Böylece dünyadaki ilk kentleşme hareketleri göçebe hayattan yerleşik hayata geçişin bir sonucu olarak başlamıştır. Bir araya gelen toplumlar kentleri oluşturmuş ve sonrasında hızlı ve kolay bir şekilde yerleşebilmek için kent planları yapılmıştır. İlk kentleşme hareketleri Mezopatamya’dan başlayarak Anadolu ve Yunan adalarına doğru yayılmıştır. Bu süreçte yaklaşık bin yıllık bir sürede yaşanan değişimler ve gelişmeler kentlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Öncelikle korunma ve savunma amacıyla bir araya gelen insan toplulukları zaman içerisinde ihtiyaçlarının çeşitlenmesiyle birlikte kentleşme sürecine hızlı bir şekilde giriş yapmıştır. Günlük ihtiyaçların yanı sıra eğitim, sağlık, barınma, iş, sosyal aktivite gibi bir çok ihtiyaç kent yaşamında çeşitli branş dallarının ve mesleklerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bir kentte bu alanlarda ortaya çıkan gelişmişlik o kentin zaman içerisinde aşırı göç alarak büyümesine neden olmuştur. Nitekim başlangıçta kıyı bölgeleri, ticaret bölgelerindeki kentler hızla gelişirken günümüzde, bu kentlere ilave olarak, sanayi, turizm alanında öne çıkan kentlerin hızla büyüdüğü görülmektedir. Özellikle 1950’li yıllardan itibaren kırsal nüfusun kentlere akın etmeye başlaması günümüz kentlerinin büyümesindeki hızlandırıcı faktör olmuştur.
- Göç ve Kentleşme
Göç olgusu , insanlığın var oluşundan şuana kadar devam eden ve gelecekte de devam edecek olan dünyanın her yerinde çeşitli sebeplerle gerçekleşmiş ve gerçekleşecek bir durumdur . Dolayısıyla dünyanın ve insanlığın var oluşundan bu yana bir göç hikayesinin var olduğunu ve bu göç hikayesinde kültürlerin ve toplumların hep bir yeniden kurulum içerisinde olduğunu söylemek doğru olur. Oluşum nedenlerine göre göçler zorunlu ve gönüllü göçler olmak üzere iki başlıkta tanımlanabilir.
Gönüllü göçler planlı bir şekilde ve isteyerek yapılan göçler olmasına rağmen zorunlu göçler dış nedenlere bağlı olarak yapılmaktadır. Dolayısıyla zorunlu göçler, siyasi sebepler başta olmak üzere doğal, sosyal, kültürel ve ekonomik ama en önemlisi can güvenliğinin tehdit altında oluşundan özellikle savaşlardan dolayı bireylerin ve grupların hayata ve refaha yönelik arayışlarından ortaya çıkan bir durumdur. Savaşın yanı sıra tarımsal toprak yetersizliği, miras yoluyla toprakların parçalanması ve eşit dağıtılmayışı, tarımda makineleşme ve buna bağlı olarak oluşan işsizlik, düşük gelir, kentlerde yüksek gelir ve istihdam fırsatı ayrıca sağlık, eğitim, sosyal hayat, temiz refah bir çevre ve son olarak iyileştirilmiş altyapı çalışmalarının insanlara cazip gelmesi olarak sayılabilir.
Bu unsurlar arasında en etkilisi olarak gösterebileceğimiz neden, siyasi nedenlerdir. Örneğin hem göç alan hem göç veren hem de transit geçiş ülke konumu göz önünde bulundurulduğunda Türkiye birbirinden farklı bu göçlerin cazibe merkezlerinden biri haline gelmiştir. Çok uzak olmayan bir zamana dikkat çekmemiz gerekirse Suriye'de Mart 2011 yılında başlayan savaş ile milyonlarca Suriyeli sınır komşusu olan ülkelere göç etmeye başlamışlardır. Güncel veriler dahilinde bu göç kapsamında bugün Türkiye’de yaklaşık 5 milyon kişi bulunmaktadır.
Yukarıda saydığımız nedenlerden dolayı göç hareketleri iç göç ve dış göç olmak üzere de sınıflandırılabilir. Örneğin 1950’li yıllarda kırsal alanda tarım alanlarının makineli tarım ve traktör kullanımı nedeniyle daralması, kentlerde daha çok iş bulabilme ihtimali, kentin sosyal ve ekonomik çekim gücüne dönüşmesi gibi etkenlerden dolayı köylerden kentlere yapılan göçler iç göç iken 2011 yılında Suriye’den Türkiye’ye, 2022 yılında Ukrayna’dan Polonya’ya ve dünyanın diğer ülkelerine yapılan göçler dış göçler olarak sayılabilir.
- Göçün Nedenlerine Bağlı Olarak Kentlerin Karşılaştığı Sorunlar
İnsan toplulukları zorunlu veya gönüllü olarak ülke içinde köyden kente veya ülkeden ülkeye göç edebilmektedir. Nitekim bu hareketlilik geçmişte olduğu gibi günümüzde de devam etmekte ve gelecekte de devam edecek bir olgudur. Ancak bu süreç devam ederken insan topluluklarının günlük ihtiyaçlarının yanı sıra, eğitim, sağlık, barınma, alt yapı gibi ihtiyaçlarını fedakar bir şekilde karşılayan kentler büyük sorunlarla karşılaşmaktadır. Özellikle daha önce tahmin edilemeyecek kadar büyük olan göç dalgaları kentlerin kendi kapasitelerini aşan yükler altına girmesine neden olmaktadır. Özellikle göçle beraber sosyal ve alt yapı gibi alanların kullanımları sırasında bir takım problemler kendini göstermeye başlamaktadır. Kentlerde alt yapı ve sosyal alanların ihtiyaçları planlanırken mevcut nüfusa göre planlama yapıldığından sonradan çok fazla sayıda insanın bu kullanım alanlarına ortak olması bu konuda bir takım sorunları da beraberinde getirmiştir. Örneğin kentlerde nüfusla birlikte suyun kullanım oranının ve ihtiyacının artması ancak bu ihtiyacın yeteri kadar karşılanamamaya başlaması; kanalizasyon, parklar, hastaneler, ulaşım araçları gibi ortak alanların kullanımında çıkan çeşitli problemler bunlardan bazılarıdır. Suyun israf edilmesi, İçme suyu ihtiyacının tam karşılaşılamaması ve su arıtma tesisleri konusunda yetersiz çalışmaların yürütülmesi, Altyapı sorunu: kanalizasyonların kapasitelerinden fazla yüke maruz kalması, kanalizasyonlara yabancı maddelerin atılması, hava kirliliği, çevre kirliliği, daha fazla ulaşım aracı talebi ve genişleyen şehir sınırları içerisindeki yolların yetersizliği, toplu taşıma araçlarında evrensel kurallara uyulmaması, kalabalık, sağlık hizmetlerinde çalışanlara aşırı yük binmesi, hastaneler ve okullar gibi kurumlarda kurumları iş akışı ve işleyişi hakkındaki kurallara karşı hassasiyet gösterilmemesi, güvenlik gibi sorunlar bunlardan bazılarıdır.
Bu kapsamda göç alan kentlerde ve ülkelerde sunulan hizmetlerin ve kaynakların minimum derecede ve israf edilmeden, dikkatli ve bilinçli bir şekilde kullanımı, toplumsal saygı ve değerler çerçevesinde yürütülmesi konusunda özel bir hassasiyet farkındalığı yaratma gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bu ise ortak kullanım alanlarının ve kaynaklarının kullanımı sırasında ülke coğrafyasını ortak bir şekilde paylaşan insanlar arasında, ortak insani değerler çerçevesinde birleşmesiyle gerçekleşebilir. Nitekim yoğun bir şekilde çeşitli nedenlerden dolayı göç alan Avrupa Birliği bu konuda “kaynakları verimli kullanan Avrupa” girişimini ve sürdürülebilir büyüme: daha verimli kaynak kullanan, yeşil ve rekabet edilebilir bir ekonomiye dayanarak su kaynaklarının verimli kullanılması, kanalizasyonların bilinçli kullanılması, mültecilerin verimli kaynak kullanması ve ekonomiye dolaylı katkısını sağlanması noktasında hedef ve öncelikler belirlemiş olup tüm dünya insanlığının bu hedefler doğrultusunda “dünya vatandaşlığı bilinci ve aidiyet duygusu” çerçevesinde kaynakların korunması ve bilinçli bir şekilde kullanılması ve bunları kullanırken tüm dünya insanlığının menfaatlerini gözetmesi gerekmektedir.
- Kent ve Kentli Kavramı
Kent kavramı ile ilgili olarak çeşitli tanımlar yapılmakla birlikte genel olarak insanların daha çok sanayi, ticaret ve hizmet sektörlerinde çalıştıkları, çok az insanın tarımsal faaliyetlerde bulunduğu, sağlık, eğitim, ulaşım ve iş imkânlarının fazla olduğu, kişilerin ortak ve yerel ihtiyaçlarının karşılamak için sürekli etkileşim halinde bulundukları sosyal kültürel ve fiziki alanlar olarak tanımlayabiliriz. Bu alanlarda insanlar birçok yönden etkileşim halindedirler. Kent, içinde bulunduğu insanları ekonomik, siyasi, teknolojik, kültürel ve eğitim gibi birçok açıdan etkisi altına almaktadır. Bir başka deyişle kentler, insanların yaşamlarını devam ettirdikleri, yaşamsal ve toplumsal ihtiyaçlarını karşıladıkları ve tarihsel mekân organizasyonunu geçmişten bugüne taşıyan mekânlardır. Bu mekânlar, kentli insanı çevreleyen ve ondan etkilenen tüm boyutları kapsamakta; siyasal, yönetsel, ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetlerin gerçekleşmesinde rol oynamaktadır. İnsanların sanayi, hizmet, ticaret gibi uğraş alanlarında çalıştığı, pek az kişinin tarımsal faaliyetlerde bulunduğu, kırsal alana göre sağlık, eğitim, ulaşım ve iş imkânlarının fazla olduğu alanlara kent denilmektedir.
“Kentli” ise “citizen”, basit bir deyişle kentte yaşayan ve kent üzerinde hak ve sorumlulukları olan kişi olarak tanımlanabilir. Ancak her ne kadar bu kadar basit bir şekilde ifade edilse de “Kentli” oldukça derin anlamlar taşıyan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Öncelikle “Kentli” kırsal hayatta yaşamayan, dolayısıyla sanayi, ticaret veya hizmet sektörlerinde çalışarak geçimini sağlayan, kentin verdiği eğitim, sağlık, iş, sosyal aktivite, modern barınma yöntemleri, modern ulaşım ihtiyaçlarından faydalanan kişi olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla “Kentli” bu imkanlardan yararlanma hakkına sahip kişi olarak tanımlanabilirken aynı zamanda bu imkanları kullanırken toplumsal sorumlulukları olan kişi olarak da tanımlanabilir. Örneğin kentte yaşayan bir insanın toplu taşıma aracını kullanması hakkı iken toplu taşıma aracındaki sosyal ve fiziki kurallara uyulması sorumluluk kapsamına girmektedir. Dolayısıyla kentleşme ve kentlilik kavramları toplumsal yaşamın insan davranışlarında olumlu yönde ilerlemesini gerektirmektedir.
- Kent Kültürü ve Kentin Sürdürülebilirliği
Kent Kültürü farklı gelenek ve göreneklerden, farklı kültürlerden gelen kişilerin, bireysel hak ve sorumluluklarının bilincine vararak, yaşadıkları kente özgün görgü ve nezaket kuralları çerçevesinde birlikte yaşama kültürüdür. Dolayısıyla kent kültürü, fiziksel, kültürel, sosyo-ekonomik, biçimsel ve tarihsel unsurlarla şekillenen; kentliler ve onların yaşam biçimlerinden oluşan, sürekli gelişen ve sürdürülebilir kent kavramını yaşatan, geçmişte de gelecekte de yer alan süreçte meydana gelen anlam yüklü bütünlük olarak tanımlanabilir. Bireylerin yaşam mekânları kentlerdir. Kentler, kırsal alanları da içine alarak büyüyen, oturma-çalışma-eğlenme fonksiyonları için bireyin tüm zamanını nasıl geçireceğini planladığı, üretim ve tüketim ögelerinin gerçekleştiği mekânlardır. Değişim ve örgütlenmeyi içeren kentleşme süreci sonucunda kent yaşam tarzının ortaya çıkması meydana gelen kültürel sonuçlardır.
Kentlileşme kavramı ile birlikte meydana gelen insan davranışlarındaki olumlu sosyal değişim bireylerin kültürel değişimine neden olurken aynı zamanda bireylerin kent kültürüne sahip olmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla kent kültürü kentte yaşayan insanların kültür birikimi olmanın yanı sıra o kültüre ait değerleri temsil eden, tarihin ve doğanın kente bırakmış olduğu birikimi yansıtan temel ögeyi yani kent kimliğini temsil etmektedir. Kentler açısından kimlik ve kentsel imge olgusu, öncelikle görsel olarak ön plana çıkarken doğal, coğrafi, kültürel ögeler ve sosyal yaşam normlarını da içeren oldukça geniş bir tanımı kapsamaktadır. Kent yaşamında birey, diğer bireylerle etkileşim halindedir ve sosyal yaşamını devam ettirebilmesi için diğer bireylerle karşılıklı ilişkiye, iletişime girmek zorundadır. Dolayısıyla kent kültürü, gelenek ve görenekleri farklı, değişik kültürlerden gelen kişilerin, bireysel hak ve sorumluluklarının bilincine vararak, yaşadıkları kente özgün görgü ve nezaket kuralları çerçevesinde bir arada yaşama kültürüdür. Bu noktada kentin sadece bir mekan olmaktan öte, üzerinde kurulmuş ortak değerler ve ilişkiler sistemi ile bütün olduğu da söylenebilir.
Kentte yaşayan insanların yaşadıkları kente özgü kurallar çerçevesinde yaşama kültürünün yanı sıra çevre sorunlarının doğuşu ve artışı ile birlikte son yıllarda kentlerin sürdürülebilirliği noktasında kentlilerin etkileri ve katkıları da ön plana çıkmıştır. Giderek kirlenen, kaynakları sınırsızca tüketilen dünya üzerinde hava, su ve toprak kirliliği, biyolojik çeşitliğin azalması, çölleşme vb. sorunlar temelinde ortaya çıkan çevre olgusunun kalkınma, kentleşme, sanayileşme, nüfus artışı, yoksulluk vb. gibi farklı alanları da içerecek bir yaklaşımla ele alınması ile tartışılmaya başlanmıştır. İlk kez 1982 yılında Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından ele alınan “Sürdürülebilirlik” kavramı insanların yararlandığı ekosistem, organizmalar, kara, deniz ve atmosfer kaynaklarının optimum sürdürülebilirliğini başarabilecek biçimde yönetilmeleri gerektiği ancak bunun ekosistemlerin ve türlerin bütünlüğünü tehlikeye atmayacak biçimde yapılmasını öngörmektedir. 1987 Brundtland Raporunda ise sürdürülebilirlik “bugünün ihtiyaçlarını, gelecek nesillerin ihtiyaç karşılama kapasitesini riske atmadan karşılamak” şeklinde tanımlanmıştır. Dolayısıyla sürdürülebilirlik, ekosistemindeki tüm çeşitliliğin ve yenilenemez kaynakların gelecek nesillere aktarılabilmesi için, insanın ekosistem üzerindeki olumsuz etkilerinin sistemin taşıma kapasitesinin üzerine çıkmayacak düzeyde tutulmasıdır. Nitekim insanların iyi olması ve ekonomik büyümenin temeli doğal kaynaklara bağlı olup insan yaşamının tüm alanlarında önem arz etmektedir. Dünya nüfusu beklentileri konusunda hazırlanan raporlar incelendiğinde ise gelecekte nüfus artışı ile birlikte kentsel nüfus oranının da büyük ölçüde yükseleceği öngörüsüne ulaşılmaktadır. Buradan hareketle; kentlerin sürdürülebilirliğinin sağlanması, bugün olduğu gibi gelecek kuşaklar için de hayati bir öneme sahip olacaktır.
Sürdürülebilir bir kentte Doğal habitat korunmalı, kentleşme planları çok iyi yapılmalı, yeşil alanlar genişletilmeli, Su kaynakları korunmalı, geri dönüşüm kültürü oluşturulmalı, çevre kirliliği önlenmeli, hava kirliliğine neden olan motorlu araç kullanımı teşvik edilmemelidir.
- Kentin Sürdürülebilirliğine Kentlilerin Katkısı
İnsanın bir arada yaşama ihtiyacı yerleşim alanlarının genişlemesine ve kentlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu mekanda her türlü ihtiyacını karşılayan insan oğlunun ihtiyaçları hiç bitmemiş ve aksine lüks kavramıyla birlikte günden güne artmıştır. Sanayileşme ile birlikte enerji ihtiyacının ortaya çıkması fosil yakıt kullanımını arttırırken kentlerdeki hızlı nüfus artışı sonucunda doğal kaynakların ölçüsüzce tüketimi çevresel ve iklimsel sorunlara neden olmuştur. Dolayısıyla insan faaliyetlerinin oldukça yoğun olduğu kentsel alanlarda iklim değişikliği başta olmak üzere çevre sorunları belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Doğal kaynakların ve çevrenin israf edilmeden gelecek kuşakların hakları göz önünde bulundurularak kullanılması “Ortak geleceğimizi” korumamız açısından tüm insanlığın ön planda tutması gereken davranışlardandır. Özellikle büyük kentler hem doğal kaynakları hızlıca tüketen, hem de kirlilik ve atıkların esas üreticisi olduğundan “Kentli” olarak tanımladığımız “kent kültürü ve kimliğine” sahip insanlara bu konuda oldukça büyük bir görev düşmektedir. Unutmayalım ki bugün sergileyeceğimiz davranışlarımızın sonuçlarına gelecek nesiller katlanacaktır. Bir bireyin bilinçsiz bir şekilde havaya veya çevreye bıraktığı kirleticiler biçim ve içerik değiştirerek etrafta dolaşabilir, doğada birikerek besin zincirimize girip insan sağlığını olumsuz etkileyebilir. Hatta bunların bazıları yüz yıllar boyunca ortadan kaybolmayıp gelecek nesillerin sağlığını tehdit edebilir. Hava kirliliğinin yüksek seviyede olduğu, içme suyunun kirlendiği bir şehirde yaşamak insan ömrünü kısaltabilir. Denizlere atılan plastikler canlıların yaşam alanlarında fiziksel değişikliklere neden olurken, ekosisteme önemli bir hasar verir ve geri dönüşü olmayan bir değişme neden olur. Her gün en kısa mesafelerde bile motorlu araçları tercih eden günümüz insanlığı en büyük kirletici rolüyle birlikte aslında en büyük zarara uğramaktadır. Aynı şehir içinde bile ana yollar üzerinde yaşayan insanlar yeşil alanların yakınlarında yaşayanlarda daha çok hava ve gürültü kirliliğine maruz kalmaktadır. Nitekim şu an itibariyle havaya salınan insan kaynaklı emisyonları durdursak bile daha önce salınanlar doğada varlığını sürdürecek ve bunların etkileri yüzyıllarca hissedilecektir. Bugün israf edilen su kaynakları elbet bir gün tükenecek ve gelecek nesiller bunların sonuçlarına katlanacaktır. Tüm bu nedenlerden dolayı yaşadığımız kentlerin ve doğanın sürdürülebilirliği öncelikle insan faktörüne bağlıdır. Çünkü sorunun çözümü yine sorunun kaynağında olup; Sürdürülebilir bir kentte Doğal habitat korunması, yeşil alanların genişletilmesi, Su kaynaklarının korunması, geri dönüşüme katkıda bulunulması, çevre kirliliğinin önlenmesi, hava kirliliğine neden olan motorlu araç kullanımının azaltılması yolunda olumlu davranışlar edinmek her bireyin dünyamız hakkındaki sorumlulukları arasında yer almaktadır.
- Kentte Nasıl Yaşanmalıdır? Kentlilik Bilinci Nedir?
Kentlerin mekânsal ve fiziksel boyutlarının yanı sıra sosyal ve ekonomik boyutları da önemli bir gerçektir. Dolayısıyla Kent, kendini oluşturan mekânsal, sosyal ve ekonomik değerlerin birleşimidir. Kentlilik ise kentte yaşayan kişilerin kent yaşamının gerektirdiği şartları ve kuralları anlamış, özümsemiş ve benimsemiş olmasıdır. Dolayısıyla kentlilik bilincine sahip olan bireyler kente özgü davranışlar sergiler, kentli olduğunu ve diğer kentlilerle paydaş olduğunu bilir ve buna uygun davranır. Aynı zamanda kentlilik bilincine sahip olan bireyler yaşadıkları kentteki diğer bireyler, kurum ve kuruluşlar ile anlamlı, güçlü ve sürdürülebilir bir bağ kurmalarının yanı sıra kendilerini o kentin bir parçası sayarak yüksek aidiyet duygusuna sahip olan bireylerdir. Bu kapsamda kentlilik bilincine sahip olan bireyler, kentin tarihi ve kültürel değerlerinin farkına varır ve bunlara sahip çıkar, yaşadığı kenti sahiplenir ve korur, kentin sunduğu fiziki ve sosyal imkanlardan faydalanırken kentte olup bitenlerle ilgili olumlu ya da olumsuz bir şekilde kendisinin de pay sahibi olduğunu bilir ve sorumluluk alır. Tüm bunlar doğrultusunda “kentlilik bilinci” kente özgü tutum ve davranışlar sergileyen bireylerde bulunmaktadır. Dolayısıyla kentte yaşayan sıradan bir bireyden “kentlilik bilincine” sahip bir bireyi ayıran en önemli fark kente karşı duyduğu sorumluluktur. Diğer bir deyimle kentli insan kendini kentli olarak hissedip, özümseyen ve kentine sahip çıkan insandır. Kentlilik bilincinin oluşumunda kenti sevmek, kente ait hissetmek, kente karşı sorumluluk duygusuna sahip olmak, kenti sahiplenmek ve korumak, kentin sorunlarına duyarlı olmak ve çözüme katkıda bulunmak oldukça önemlidir.
- Kentte Ortak Sosyal ve Alt Yapı Alanları ve Ortak Doğal Kaynaklar
Dünyadaki her yerleşim merkezinde olduğu gibi kentlerde de insan yaşamının olağan bir şekilde devam etmesi için ortak sosyal ve alt yapı alanları ve kentlilerin kullandıkları ortak doğal kaynaklar bulunmaktadır. Kentlilerin kentleşme sürecinde veya kentleşmiş mekanlarda yaşamlarını sağlıklı bir şekilde idame ettirmeleri için ihtiyaç duydukları en önemli unsurlar bu ortak sosyal kullanım alanları, ortak alt yapı ve ortak doğal kaynaklardır. Kentsel alt yapı tesisleri sayesinde yerleşim birimlerine içme suyu temini, kanalizasyon, ulaşım, enerji, internet, haberleşme, katı ve sıvı atıkların bertarafı ile ilgili hizmetler verilirken, ortak sosyal alanlarda, park, bahçe, dinlenme mekanları, mahalleler, sokaklar, caddeler, apartmanlar, okullar, hastaneler, kamu/özel kurum ve kuruluşları, spor tesisleri gibi mekanlar yer almaktadır. Bu saydıklarımızı tek bir bütün olarak düşündüğümüzde bir çok farklı sistemden meydana geldiğini ve bunlarının her birinin sürdürülebilirliği ve sosyal kurallar çerçevesinde kullanılmasının kentsel gelişime etkilerinin olduğunu görürüz. Her şeyden önce kentsel alt yapı alanları neredeyse tamamı farklı teknolojik ve disiplinlerarası uzmanlıklar gerektirmekte ve daha önce alt yapı tesisleri sadece elektrik, su, kanalizasyon ve yolları içerirken bu gün doğalgaz, telefon, internet gibi yeni alt yapı tesislerini içermektedir. Nitekim dünya nüfusunun yarıdan fazlasının kentlerde yaşadığını düşünürsek bu durum kentsel alt yapı tesislerinin ve ortak sosyal yaşam alanlarının günümüzde ve gelecekte insanoğlu için çok daha önemli olduğunu/olacağını göstermektedir. Bu kapsamda dünyada küresel ısınma ve iklim değişikliği, ekolojik ayak izlerinin etkisi, doğal kaynak stoklarımızın azalması, doğal ve yenilenebilir kaynakların sürdürülebilir ve etkin kullanımı gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır.
Kentte Ortak Sosyal ve Alt Yapı Alanlarını şu şekilde sıralayabiliriz:
- Su
- Elektrik
- Park, Bahçeler
- Kanalizasyon
- Toplu Taşıma
- Trafik, Yollar ve Otoparklar
- Kamusal Alanlar(Okullar,Üniversiteler, Sağlık Merkezleri, Hastaneler…vb)
- Kütüphaneler
- Sosyal Tesisler…
- Kurum Kültürü
Kent Yaşamında Ortak Sosyal ve Alt Yapı Hizmetleri veren kurumlar başlığı altında verdiğimiz kurumlar ve adını sayamadığımız diğer tüm kurumların kendine özgü çalışma şekli ve iç işleyişi vardır. Bu kapsamda kurum kültürü kurumun çalışma şeklini veya faaliyetlerinin sonucunu etkileyen, belirli insan topluluklarınca oluşturulan ve kurum çalışanları tarafından paylaşılan değerler, inançlar, beklentiler, normlar ve semboller bütünüdür. Her kurumsal kültür kendine göre tektir ve kurumsal davranışa yol gösteren bir araçtır. Bir kurumun kendi içinde ilkeleri, hedefleri ve standartları, algısı, anlayışı ve kuralları vardır. Dolayısıyla kurum kültürünün sürdürülmesi, aktarılması, kurumda işlerin belli bir düzen akışı içinde sürdürülmesi kurum hizmetlerinin sağlıklı bir şekilde yürümesi için önem arz etmektedir. Bu nedenle kurum içinde çalışanların yanı sıra kurumsal hizmetlerden yararlanan insanlar da bu işleyişe saygı göstermelidir. Herhangi birinin kendisi için ayrıcalık istemesi veya israf edercesine sunulan hizmetleri kullanması toplumdaki diğer bireyleri rahatsız edeceği gibi kurumların iç işleyişlerine müdahale etmeye çalışmak da toplumsal huzursuzluğa sebebiyet verebilir. Örneğin bir okul müdürünün sınıfların yerleşim planları ile ilgili stratejilerine velilerin müdahale etmeye çalışması okulun iç işleyişine müdahale etmek anlamına geleceği gibi okulda verilen eğitimin kalitesini düşürmeye neden olabilir. Kurumsal işleyişin, hizmet akışının sağlıksız yürümesine neden olabilir. Bir hastaneye randevusuz geldiği halde muayene olmaya çalışan bir birey hem iş akışını aksatabilir hem de gerçekten ihtiyacı olan bir başkasının sağlık hizmeti almasını engelleyebilir. Bu nedenle toplumsal yaşamın bir gereği olarak kurumların iç işleyişi ve kurallarına uymak son derece önemlidir.
- Kent Yaşamında Ortak Sosyal ve Alt Yapı Hizmetleri veren Kurumlar
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ: Bir şehirde hemen hemen her alanda hizmet veren Büyükşehir Belediyelerinin yetki alanlarındaki meydan, bulvar, cadde ve ana yolların düzenlenmesi, çevre, tarım alanları ve su havzalarının korunması, ağaçlandırma, toplu taşıma hizmetleri, su ve kanalizasyon hizmetleri, sağlık, eğitim, ve kültür hizmetleri, parklar, hayvanat bahçeleri, kütüphane, müze, spor, kapalı ve açık otopark, dinlence, eğlence mekanları hizmetleri, Sağlık merkezleri, hastaneler, gezici sağlık üniteleri ile yetişkinler, yaşlılar, engelliler, kadınlar, gençler ve çocuklara yönelik her türlü sosyal ve kültürel hizmetleri yürütmek, geliştirmek ve bu amaçla sosyal tesisler kurmak, meslek ve beceri kazandırma kursları açmak, işletmek veya işlettirmek, bu hizmetleri yürütürken üniversiteler, yüksek okullar, meslek liseleri, kamu kuruluşları ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapmak, doğal afetlerle ilgili planlamalar ve hazırlıklar yapmak gibi bir çok görevleri vardır. Belediyeler, bir taraftan mevcut hizmetleri geliştirerek daha büyük nüfusa daha kaliteli hizmet sunmak zorunluluğu ile karşı karşıya kalırken, bir taraftan da değişen dünya ve ülke şartları çerçevesinde yeni ve modern hizmetleri sunmakla yükümlüdürler. 1580 sayılı Belediye Kanunu’nda belirtildiği gibi Belediye Hizmetleri, belde sınırları içinde yaşayan yerel halkın yararlanacağı yöresel ve beldesel ihtiyaçları karşılamaya yönelik olup, halkın beşikten mezara kadar faydalanacağı bir dizi hizmeti kapsamaktadır. Kentlerde bu kadar geniş bir perspektifte hizmet veren belediyelerin bu hizmetlerini ve ortak alanlarını kullanan kentlilerin de kullanım sırasında uyması gereken kurallar ve sorumlulukları vardır. Türkiye son on yıl içerisinde en büyük göçü alan ülke olarak büyük kentlerde ani ve aşırı nüfus artışı nedeniyle belediye hizmetlerinde büyük bir yük altına girmiştir. Sınır şehri olan Gaziantep, Kilis, metropol kentlerimizden biri olan İstanbul bu sorunun yaşandığı en belirgin illerimiz arasında yer almaktadır. Bu noktada bireyler yaşadığı kente aidiyet bilinci ile yaklaşmalı ve bu alanları kullanırken özel hassasiyetle yaklaşmalıdır. Örneğin;
- Kamu malına zarar verilmemelidir.
- Kamu/Özel kurum ve kuruluşların verdiği hizmetlerden faydalanırken bunların kurallarına uyulmalıdır.
- Trafik kurallarına uyulmalı, trafikteki her birey birbirine saygı duymalıdır.
- Toplu taşıma araçlarında kurallara uyulmalı bu kurallar bilinmiyorsa hızlı bir şekilde öğrenilmelidir.
- Doğal Kaynaklar ve enerji kaynakları israf edilmeden tüketilmelidir.
- Çevre ve gürültü kirliliğine neden olabilecek her türlü davranıştan uzak durmalıdır.
- Parklar, bahçeler, kütüphaneler gibi ortak alanlarda diğer insanları rahatsız edebilecek davranışlardan kaçınılmalıdır.
- Kamu/Özel kurum ve kuruluşların kurallarına uyulmalıdır.
- Ücretli alınan hizmetlerin bedelleri ödenmelidir…..
- Apartmanda yaşama kültürüne uyum sağlayarak, komşu haklarına saygı duyulmalı
SU VE KANALİZASYON İŞLETMESİ(GAZİANTEP’TE GASKİ): Gaziantep Büyükşehir Belediyesi bünyesinde Gaziantep şehrinde su ve kanalizasyon hizmetleri veren kurumdur. Kurum Gaziantep’te yaşayan kent insanlarının evlerine içme ve kullanma suyu götürmek ve atık suların yönetimi için alt yapı hizmetleri vermektedir. Kentte içme suyu hat uzunluğu 2450 km olup aynı şekilde atık su hat uzunluğu 2500 km’dir. Kurum bu hizmetleri sunarken kentlilerin kullandığı su miktarının aylık olarak hesaplanması sonucunda belli bir miktarda ücret tahsisi yapmaktadır. Böylece kentli insana daha iyi hizmet vermeyi amaç edinen kurum bu hizmetleri sunarken bir takım zorluklarla karşılaşmaktadır. Bunlardan en önemlisi su kaynaklarının azalmasının yanı sıra suyun israf edilmesidir. Diğer yandan geldikleri ülkelerde su faturası ödemeyen mültecilerin muslukları açık bırakarak aşırı su tüketme alışkanlıkları ve kullandıkları suların faturalarını ödememeleri de önemli bir sorundur. Atık suların tahliye edilmesi amacıyla kullanılması gereken ve çok önemli bir alt yapı tesisi olan kanalizasyonlara yabancı maddelerin atılması nedeniyle tıkanan boruların sık sık tamir edilmesi de kuruma ayrıca maddi ve manevi yük bindirmektedir. “Kentlilik Bilinci” ve “Kent Kültürüne” sahip olan insanların olumlu yönde edinecekleri bazı davranışlar bu kurumların hizmet kalitesini arttırabilir ve kolaylaştırabilir.
Su: Nüfusun hızla artması, buna karşılık su kaynaklarının sabit kalması sebebiyle su ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. Nasa su bilimcisi Jay Famiglietti’ye göre «Dünyanın her tarafında su seviyesi düşüyor. Su kaynakları sonsuza dek yetecek değil.» Çok yakın bir gelecekte tüm dünyanın karşı karşıya kalacağı susuzluk tehlikesi kapımızı çalması an meselesidir. Bugün dünya nüfusunun üçte biri tatlı suya erişimde sıkıntı çekmektedir. Acil olarak, tedbir alınmazsa 2030 yılında bu oranın toplam nüfusun üçte ikisine ulaşacağı tahmin edilmektedir. Daha da önemlisi: En ciddi felaket senaryolarından biri de çok yakın gelecekte patlak verecek su savaşlarıdır. Avrupa’nın ortasından geçen ve 19 Avrupa ülkesi tarafından paylaşılan Tuna Nehri ve 11 Afrika ülkesi tarafından paylaşılan Nil Nehri örnekleri üzerinde düşünülecek olursak çıkabilecek savaşların boyutunu tahmin etmek çokta zor olmayacaktır. Bu nedenle her birey “Su Tasarrufunu” hayatının bir parçası haline getirmeli ve sorunun çözümünde önemli bir parça olmalıdır. Bunun için neler yapılabilir sorusuna bazı önerilerimiz;
BANYO: 1- Evde en çok su banyoda harcanır. Günlük harcamamızın %40’ı banyodadır.Bozuk olan bataryaları değiştirebilir, tasarruflu duş ve batarya başlıkları alarak su tüketimini önemli ölçüde azaltabilirsiniz.
2- Dişlerinizi fırçalarken ve tıraş olurken musluğu kapatmak oldukça önemli Hatta tıraş fırçanızı bir tas suyun içinde durulayın. Dişleri fırçalamak için bir bardak su yeterli.
3- Duş süresini kısaltmak da su tüketimini azaltmanın yolları arasında.
4- Küvette yıkanmak isterseniz sadece yarısını doldurun.
5- Banyo suyunun ısınmasını beklerken soğuk suyu bir kovaya doldurun.
6- Küvetinizi, suyun sıcaklığını kontrol ederek doldurun. Sıcak suyu sonradan ılıtmak su ziyanına yol açar.
- Evde harcanan suyun %10’u mutfakta harcanır. Suyu boşa akıtmayın.
2- Ispanak, semizotu, pazı gibi yeşil yapraklı sebzeleri ayıkladıktan sonra ilk yıkama suyuna sirke koyarsanız daha kolay temizlenir.
- Musluğun altına yıkadığınız tabakları üst üste koyduktan sonra durulamaya başlayın.
4- Sebze ve meyvelerinizi akar suyun altında yıkamak yerine, bir kabın içinde yıkayın. Yıkama sularını daha sonra çiçeklerinizi sulamak için tekrar kullanın.
5- Elde yıkadığınızda, bulaşık durulama suyunuzu biriktirip tuvaletlere dökmek için kullanabilirsiniz.
6- Bulaşık ve çamaşır makineleriniz tamamen dolduğunda çalıştırın.
7- Makarna ve sebze haşlama sularını dökmeyin, çorbalarınızda kullanabilirsiniz.
8- Donmuş yiyeceklerin buzu çözülsün diye akar suyun altına tutmayın. Kullanmadan bir gece önce buzdolabında çözülmeye bırakın. Daha sağlıklı bir yolu tercih etmiş olursunuz.
9- Sıcak su tertibatınızda termostat ayarının çok yüksek olmamasına itina gösterin. Aşırı derecede ısınmış suyu soğuk suyla ılıtmaya çalışmak israftır.
MUSLUKLAR VE BAHÇE: 1- Musluklarınız su damlatıyorsa mutlaka tamir ettirin. Damlayan musluklar günde 30-200 litre suyun ziyan olmasına sebep olur.
2- Damlayan musluklarınızın altına suyun birikebileceği kaplar koyun.
3- Bahçenizi, çiçeklerinizi sulamak için günün serin saatlerini seçin. Sabah ve akşam gün batımı daha iyi zamanlardır. Öğle sıcağında sularsanız, buharlaşma ile suyun büyük bölümünü kaybetmiş olursunuz. Çiçeklerinizi sularken kaldırımları değil, sadece çiçekleri sulayacağınız şekilde hareket edin.
4- Yaşadığınız yerin iklimine uygun, yerli bitkileri ekin. Yerli bitkiler daha az su ve daha az bakım ile büyüyebilir
5- Kaldırım ve yerleri suyla yıkamak yerine çalı süpürgesiyle süpürün.
YAĞMUR SUYU: 1- Yağmur suyunu biriktirecek büyük su tankları büyük tasarruf sağlayabilir. Yağmur suyu özellikle bahçe sulamak ve araba yıkamak için kullanılabilir.
2- Bu tür bir su tankı için yeriniz yoksa yağmur veya kar yağdığında kovalara, leğenlere su biriktirebilirsiniz. Su kıtlığı çeken ülkelerde yağmur suyu biriktirilerek evin su tertibatına dahil edilebilmektedir.
SU KAYNAKLARINI KİRLETECEK İÇERİKLERDEN UZAK DURUN: Kâğıt, metal, ahşap, plastik tekstil ürünleri ve pil gibi farklı atık tiplerini onlar için ayrılan özel konteynerlere atarak geri dönüşüme katkı sağlayabilirsiniz.
2- Evde doğal temizlik ürünleri yapmak ya da doğa dostu ürünler kullanmak hem su kaynaklarını korumak hem de plastik tüketimini azaltmak için faydalı bir uygulama.
3- Temizlik malzemeleri ve plastiklerin yanı sıra su kaynaklarına zarar veren bir şey daha var: Kullanılmış yağ atıkları! Yapılan açıklamalara göre 1 litre atık yağ, 1 milyon litre içme suyunu kirletiyor. Kullandığınız yağları lavabo giderlerine dökmeyip belediyelerin yağ atıkları konteynerlerine atarak su kaynaklarımızı ve aynı zamanda toprağın kalitesini korumanız mümkün!
4- Ayrıca sebze ve meyvelerin üretilirken suya ihtiyaçları olduğunu ve bu nedenle gıda israfı konusunda da hassas olmamız gerektiğini hatırlatmak isteriz.
5- Unutmayalım!1 litre atık yağ 1 milyon litre içme suyunu kirletir.
Tüm bu önerileri okurken “Su kaynaklarının korunması ve su tasarrufu konusunda sadece benim yapacaklarım yeterli mi?” diye düşünebilirsiniz. Evet, küçük de olsa atacağınız her adım gezegenimizi korumak için çok önemli. Tam da bu noktada birlikten kuvvet doğacağını hatırlamak gerekiyor.
Evde alacağınız bu önlemlerin yanı sıra doğanın temizliği için çalışan sosyal sorumluluk projelerine de dâhil olabileceğinizi hatırlatalım. Daha yaşanabilir bir dünya bizimle mümkün!
TEAŞ VE TEDAŞ: Tüm Türkiye’de elektiriğin üretim, iletim, dağıtım ve satış hizmetlerini yürüten kurumlardır. Ancak son yıllarda nüfusun artmasıyla birlikte enerji tüketiminin hızla artması küresel çevre ve iklim sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Elektriğin aşırı tüketimi doğal kaynakların bilinçsizce ve büyük bir hızla tüketilmesine neden olmuştur. Bu bilinçsizce tüketim, enerji kaynaklarının verimli kullanımını gündeme getirdiği gibi, tüketim sonucunda oluşan her türlü katı sıvı ve gaz atıkların da arıtılmadan doğaya atılmasının meydana getirdiği önemli çevre kirliliği sorununu tüm dünyanın gündemine oturtmuştur. Bu nedenle bireyler bu konuda bazı önlemler alarak sorunun çözümünde önemli bir parça olabilir. Şöyle ki;
- Yeterli doğal ışık elde ediyorsanız daha fazla aydınlatma için enerji harcanmasına gerek yoktur.
- Evde çalışmak veya oturmak gerektiğinde en aydınlık odaya geçin ve ışığın odaya girmesine izin verin
- Kullanılmayan ışıklar kapatılmalı ve daha fazla tasarruf için enerji tasarruflu ampüller tercih edilmeli
- Bilgisayarlarda enerji tasarrufu için Uyku modu kullanılmalı
- Kullanmadığınız cihazların fişini çekin
- Isıtma sisteminizi çok yüksekte çalıştırmayın
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI: Demokratik toplumlarda tüm ihtiyaçları devlet tek başına karşılayamaz. Bu nedenle insanlar bir araya gelerek dernek, vakıf ve sendikalar kurarlar. Bunlara Sivil Toplum Kuruluşu (STK) denir. Sivil toplum kuruluşları toplumun birlik, beraberliği ve yardımlaşmasında önemli rol oynar. Günümüzde, hızlı kentleşme neticesinde göçle gelen insanların kentlere uyumları aşamasında sivil toplum örgütleri toparlayıcı roller üstlenmektedir. Dolayısıyla bireylerin yanlış davranışlar içine girmelerini engellemektedir.
Sivil Toplum Kuruluşları; insanların tek tek yapamadıklarını el birliğiyle yapar; birlikteliği, gönüllülüğü ve dayanışmayı temsil eder. 21. yüzyılda önemli bir kavram olan sivil toplum; akademisyenlerin yanı sıra buralara gönül verenlerin de tecrübelerinden yararlanılması gereken yerlerdir. Meslek odaları, sendikalar, vakıflar, hemşehri dernekleri, engelli dernekleri ve toplum yararına çalışmalar yapan dernekler sivil toplumları oluştururlar.
Bir ülkede demokrasinin ve ekonominin gelişmesinde sivil toplumun etkisi olduğu kadar bizlere aktif vatandaşlık anlayışını da getirir. Sivil toplum, demokratik bir toplum oluşturulmasında, devlet-toplum, birey ilişkilerinin demokratik bir şekilde düzenlenmesinde önemli bir enstrümandır. Sivil Toplum örgütlerinin yaygın olduğu ve kabul gördüğü toplumlarda sorunların, problemlerin çözümlerinin daha kolay olduğu, kurum ve kuruluşlar arasındaki ilişki ve münasebetlerinde daha medeni ve hoşgörülü bir şekilde yürüdüğü veya yürütüldüğü su götürmez bir gerçektir.
- KENT YAŞAMINDA DOĞAL KAYNAKLARIN, ORTAK ALANLARIN KULLANILMASI VE KORUNMASI BİLİNCİ
- Günümüz ve Geleceğin Dünyasında İnsanlık ve Sürdürülebilir Yaşam
Çevre sorunlarının artmasına sebep olan faktörlerden bir diğeri de mevcut tüketim alışkanlıkları ve tüketimin sürekli kamçılanmasıdır. Bunun sonucunda doğal kaynaklar; aşırı ve dikkatsiz kullanım nedeniyle bozulmaktadır. Çevresindeki kaynakları tüketen insan, birey olarak çevreyi olumlu ya da olumsuz yönde etkileme gücüne sahiptir. Çünkü toplumdaki her bireyin tüketme zorunluluğu dikkate alındığında, tüketici bireyin davranışları çevre kirliliğinin artmasına ya da azalmasına katkıda bulunmaktadır. Tüketicilerin tercihleri yani tüketim biçimleri ile ekolojik denge arasındaki etkileşim dünya geneli düşünüldüğünde ürkütücüdür. Dünya nüfusu hızla artmakta fakat nüfusa yetecek doğal kaynaklar aynı oranda artmamakta, sınırlı kalmakta hatta yok olmaktadır. İnsanı anlayabilmek, hastalık ve sağlığını değerlendirebilmek için onu çevresi ile bir bütün olarak kavrayabilmek ve çevre ile arasında olan etkileşimi anlamak ve bilmek gerekir. Toplumdaki her bireyin tüketme zorunluluğu dikkate alındığında, tüketici bireyin davranışları çevre kirliliğinin artmasına ya da azalmasına katkıda bulunmaktadır. Çevre eğitimi tüketici eğitiminin konu alanlarından birini oluşturmakta, gerek yaygın gerekse örgün eğitim yoluyla birey, aile ve topluma ulaşmaya çalışmaktadır. Küreselleşmenin tüm hızıyla devam ettiği günümüz dünyasında, sürdürülebilirlik bilinci ve farkındalığı oluşturulmasının önemi her geçen gün artmaktadır. Sürdürülebilirlik sorunlarına yönelik çözüm geliştirmek ve önlem almak için uluslararası düzeyde girişimlerin yanı sıra ulusal ölçekte de sürdürülebilirliğe verilen önemin her geçen gün arttığı görülmektedir.
- Çevrenin Tanımı
Canlı ve cansız varlıkların, etkiledikleri ve etkilendikleri dış ortamların tamamına çevre denir. Başka bir deyişle çevre; canlı ve cansız varlıkların biyolojik, kültürel, toplumsal, ekonomik performanslarını etkileyen ve ondan etkilenen etkenlerin tümüdür. Çevre doğal ve yapay çevre olmak üzere iki şekilde incelenmektedir. Doğal çevre insan elinin değmediği veya insan müdahalesine uğramamış tüm doğal varlıklar olarak tanımlanmaktadır. Hava, su, toprak, bitki ve hayvan toplulukları doğal çevreye örnek verilebilir. Yapay çevre ise insanın yapıp etmelerinin bir sonucu olarak oluşmuş çevreye denir. Yapay çevre ise, insanın doğal çevreden faydalanarak oluşturduğu yapılar; yollar, hastaneler, şehirler, köyler örnek verilebilir.
- Çevre Duyarlılığı ve Çevreyi Korumak
Çevre hassasiyetinin olabilmesi için öncelikle bireysel bilincin olması gerekmektedir. Çevre duyarlılığı için bireylerin eğitilmesi ve bu sayede bilinçlenmenin sağlanması ve toplumun da ortak akılla hareket etmesi ile mümkündür. Çevreyi tanımak ve onu sevmeyi öğrenmek ancak çevreyle etkileşime girdiğimizde gerçekleşir. Bu etkileşim sonucunda çevre ile uyumlu bir şekilde ilişki kurmayı öğreniriz.
Çevre duyarlılığının kazandırılması için küçük yaşlardan itibaren örgün ve yaygın eğitimlerin yapılması ile mümkündür. Böylece ağaç ve bitki dikmeye önem verir, geri dönüşüme değer katar ve sorumlu bir tüketici olmayı öğreniriz. Ayrıca doğal ortamları, parkları, dağları, nehirleri, sahilleri, can dostlarımız hayvanları sevmeyi, önemseyip, saygı göstermeyi öğreniriz.
Ayrıca bireylerin yaşadıkları çevrenin sorunlarına karşı tepki göstermeleri, mücadele etmeleri, uluslararası çevre duyarlılığına katkı sağlayacaktır. Günlük hayatlarında tutum ve davranışlarında çevreye karşı duyarlı hareket eden bireylerin, tüketim kültürü de değişecektir. Örneğin tek kullanımlık yaşam biçiminden yani “kullan – at” kültüründen, 3R “azalt – yeniden kullan – dönüştür” kültürüne geçilmesi, doğal kaynakları koruma ve enerji tüketiminde tutumluluk bilincinin de gelişmesini sağlayacaktır.
- Çevre Kirliliği Kavramı
Dünya sağlık örgütü (WHO) çevre kirlenmesini, doğada canlı – cansız varlıklar yani insan, bitki, hayvan ve eşyalara zarar veren her şey olarak tanımlamaktadır. Dünya nüfusunun hızla artmasıyla, bireylerin barınma ve beslenme ihtiyacına yönelik üretim ve tüketim faaliyetleri çevre kirliliğine sebep olmaktadır. Çevre kirliliği insan, hayvan ve bitki türlerini olumsuz etkilenmektedir. Özellikle yaşam alanlarının daralması veya ortadan kalkması canlı türlerinin geleceğini tehdit etmektedir. Çevre kirliliğine örnek olarak; hava kirliliği, su kirliliği, toprak kirliliği, ozon tabakasının incelmesi, radyoaktif kirlenme, gürültü kirliliği, bataklıklar, atık sular başlıca çevre sorunlarındandır.
2.5 Çevre Kirliliğinin Nedenleri ve Sonuçları
Çevre kirlenmesini, insan faktöründen bağımsız düşünemeyiz. Artan dünya nüfusunda tüketimin artmasıyla ortaya çıkan atıklar, plastikler, kimyasal atıklar, otomobillerden çıkan zararlı gazlar (emisyonlar), nükleer santrallerden çıkan sızıntılar, zehirli spreyler (böcek öldürücüler, deodorant vb.) ozon tabakasının delinmesine neden olmakta, ormanların tahrip edilmesi, tarımsal suni gübreler çevre sağlığını etkilemekte ve ihtiyaç dışı (lüks) tüketim kirliliğin başlıca nedenleri ve sonuçlarındandır.
Hızla artan dünya nüfusu, sanayileşme, gelişen teknolojiyle beraber doğanın sınırsız ve karşılıksız görülmesi, tabiata hakim olma arzusu, tabiatı sürekli kar elde etmek için kullanılması çevre sorunlarının sebeplerindendir. Çevre sorunlarının artmasındaki bir diğer etken üretim ve tükettim biçimidir. Bireylerin ihtiyaç dışı mal ve hizmet tüketmeleri, yeryüzündeki kaynakların tükenmesine, tabiatın tahribatına ve çevre kirliliğine neden olmaktadır. Ekosistemin yapısının, nasıl işlediğinin bilinmemesi veya işleyişin ihmal edilmesi çevre kirliliğinin en önemli sebeplerindendir.
Çevre kirliliğine neden olan etmenlere bakıldığında dünya nüfusunun artması ve buna paralel olarak kaynakların bilinçsizce tüketilmesidir. Nüfus artışı ve aşırı tüketim sonucunda oluşan atıklar kontrol altına alınmalı, kaynaklar bilinçli tüketilmeli, alternatif enerji kaynaklarının bulunması gerekmektedir.
Sanayileşme ve kentleşmeyle beraber hızla doğanın araçsallaştırılması, tarım alanlarının yok olmasına neden olmuştur. Sanayi atıklarının denizlere karışması su kirliliğini ortaya çıkarmış ve deniz canlılarının yok olmasına neden olmuştur. Kentlerde hava kirliğinin insan sağlığını tehdit etmektedir. Bireylerin beton yığını, doğadan koparılmış yapay çevrede yaşaması ruh ve beden sağlığında olumsuz etkileri vardır.
2.6 Çevre Kirliliğini Önlemede Kentlilerin Rolleri (Dünya vatandaşı olarak hayata geçirebileceğimiz değerler)
İnsanlar, bulundukları ekosistemlerdeki (çevrelerindeki) canlı ve cansız varlıkları etkileyerek ekosistemlerin bozulmasına yol açarlar. İnsanlar, ekosistemlerdeki doğal varlıklarla iç içe yaşarken zamanla teknolojinin gelişmesi ve doğal kaynakların bilinçsiz kullanılması sonucu doğanın dengesi bozulmuş ve birçok çevre sorunu ortaya çıkmıştır. Bilinçsizce her gün dünyamız üzerinde olumsuz izler bırakıyoruz. Doğaya verilen zararı herkesin fark etmesini sağlamak sahip olmamız gereken en önemli görevdir. Bu zararları engelleme bilinci olan Ekolojik korumadan da hepimiz doğrudan sorumluyuz. Sorumluluğun kendisi, eylemleri ve sonuçlarını temsil ettiği için ahlaki bir etik eylemdir ve bilinçli hareket etmek anlamına gelir. Dünya vatandaşı olarak herkes sınırları içindeki tüm canlıların niteliklerini ve haklarını kabul etmeyi, tanımayı ve takdir etmeyi, koruma standartlarına saygı göstererek çevresiyle uyum içinde yaşamayı öğrenmelidir. Tüm insanlar duyuları aracılığıyla algılama yeteneğine sahiptir. Doğanın gösterdiği güzellik, sevgi ve hatta şefkat gibi duygular algılanabilmelidir. Bu durum çevre sorunları ve dünyanın maruz kaldığı riskler hakkında daha duyarlı olmaya yol açabilir. Bu duygunun çok küçük yaşlardan itibaren aşılanması gerekir ki, toplumda sorumlu ve bilinçli vatandaşlar oluşturulabilsin ve bunun sonucunda sağlıklı ve temiz bir gezegene sahip olabilelim. Bu sebeple ebeveynlerin ve öğretmenlerin örnek ve azimleriyle küçüklere çevrenin tüm unsurlarına saygı duymanın ve korumanın önemi öğretilmelidir.
Bu durumun tersine dönmesi için İnsanoğluna düşen görevler:
- Gerçek ihtiyaçlarının farkında olan bilinçli tüketiciler olalım.
- Doğal kaynakların korunmasında ve kullanılmasında bu dünyanın ortak değerimiz olduğunu unutmayalım ve bu konuda hepimiz dayanışma içinde olalım.
- Dünya ve çevreye karşı empati kurmayı öğrenelim çünkü Doğa’da ödül ya da ceza yoktur, davranışlarımızın sonuçları vardır.
- Düşüncelerimiz ve eylemlerimizin tutarlı bir şekilde yürümesine dikkat edelim.
- Çöp atmayalım ve çevreyi kirletmeyelim: Bu eylemler sonucunda. Toprağın, suyun ve havanın kalitesi düşer. Ek olarak, insanlarda hastalıklara neden olan bir dizi rahatsız edici böcek ve kemirgeni kendine çeker.
- Bireyler çöplerini (atıklarını) doğaya atmamalı, atıkların geri dönüşümü ayrıştırılarak sağlanmalıdır.
- Özel (ev) ya da kamusal alanlarda, ticari alanlarda (fabrikalarda) çıkan gazlar hava kirliliğine neden olduğu için çıkışlarına filtre takılmalıdır.
- Doğaya zarar verecek maddeler (böcek öldürücü sprey, deodorant gibi) kullanılmamalıdır.
- Otomobilden çıkan gazların atmosfere yaydığı sera gazı emisyonunu azaltabilmek için alternatif ulaşım araçlarını kullanalım: Çevreye zarar veren karbondioksit emisyonlarının yanı sıra aşırı fosil yakıt kullanımının önlenmesine yardımcı olur. Hepimiz bisiklet, toplu taşıma, tren gibi alternatif ulaşım araçlarının farkına varmalı ve bunlardan faydalanmalı ve bu şekilde çevrenin korunmasında işbirliği yapmalıyız.
- Plastik poşetleri daha az kullanalım: Plastik poşetler ve doğada çok zor yok olan malzemeler küresel ölçekte ciddi bir sorun haline geldi. Yavaş bozulma süreci, neredeyse onarılamaz sonuçlara, hayvanların ölümüne, ekolojiyi çok fazla etkileyen toprağın ve suyun kirlenmesine neden olur. Bu nedenle ekolojik, kumaş veya biyolojik olarak parçalanabilen torbaların kullanımıyla ilgili yeni önlemler alınmalıdır.
- Kâğıt, cam, plastik gibi atıkların geri dönüşümünü sağlayalım.
- Gelecek nesillere doğa sevgisi verebilmek için; yeşil alanlara zarar verilmemeli, ormanların korunması konusunda bilinçlendirilmeli, kamusal alanın (çevrenin) bilinçsiz şekilde kullanılması durumunda hak savunuculuğu yapılması gerekmektedir.
- Su ve elektrikten tasarruf edelim: bu, doğal kaynakların korunmasına yardımcı olur. Bu unsurları makul bir şekilde kullanmayı öğrendiğinizde, daha fazla ekolojik sistemi koruyarak kaynakların aşırı kullanımından kaçınırsınız.
- Ekolojik kampanyalara aktif olarak katılalım: Belki de en önemli faaliyettir, çünkü onun sayesinde, bugün yaşadığımız zarara neden olan alışkanlıkları tersine çevirebilmek ve daha fazlasını önleyebilmek için çevre hakkında çok ciddi bir şekilde sorumlu ve düşünceli bir farkındalık yaratabiliriz.
- Yeşil alanları arttırarak orman tahribatını önleyelim.
3.ÖLÇME DEĞERLENDİRME
3.1- A) Beklentiler Çalışması
3.1- B) Geri Bildirimler
3.1- C) Memnuniyet Anketi
3.1- D) Öneriler
Tam Dosyaya Ulaşmak İçin Tıklayınız:http://commonhumanvalues.gantep.edu.tr/upload/files/II_%20MOD%C3%9CL%20URBANIZATION%20AND%20INSTITUTIONAL%20CULTURE%20TR-ENG%20PDF(1).pdf